25 Ocak 2011

To Kako (2005)


"Komşuda pişer, bize de düşer" atasözünden yola çıkarak izlemeye koyulduğum To Kako yani İngilizce ismiyle Evil , Yunanistan topraklarından çıkıp gelen bir zombi-komedi, hatta zomedi filmi. Tıpkı bizim Ada: Zombilerin Düğünü filmimizde olduğu gibi mikro bütçeyle çekilen ve komedi soslu bir zombi filmi olan -fakat parodi olayına girmeyen- To Kako izlemeye değer bir film. 

Baştan şunu da söyleyeyim; filmde bir hayli 28 Days Later etkilenmesi de göreceksiniz. Bomboş Atina sokakları ve "zombilerin" gözünden gösteren kameradaki kırmızı filtre ilk akla gelenler. Zombilerin deli dana gibi koşması da ayrı bir faktör.


Film, Atina'nın dışında bulunan ve giren insanları zombiye çeviren güce sahip bir mağaraya giren üç işçi ile başlıyor. Takdir edersiniz ki, işçiler zombiye dönüşüyor, kısa zamanda diğer insanların da zombiye dönüşmesi  ve bir zombi istilasının başlaması kaçınılmaz oluyor. Filmin lokalizasyon olayı fazla başarılı değil, yine Ada ile kıyaslayacağım ama Ada'da zombiye dönüşen yaşlı teyzelerin hala dans etmesi veya bunun gibi örnekler ekrandaki filmin "bir Türk zombi filmi" olduğunu izleyicinin yüzüne vuruyordu. Fakat To Kako, türün Hollywood bazlı örneklerinden çok etkilenmiş ki bazı sahnelerde -veya karakterlerde- sanki bir Amerikan filmini Yunanca dublajlı izliyormuş gibi hissedebilirsiniz. Belki de çaktırmadan böyle bir "parodi" filmi yapmışlardır da ortalama bir izleyici olduğum için ben anlayamamışımdır.


Sonuç olarak; To Kako, hiperaktif zombileri, göze batmayan efektleri ve eğlenceli (ya da bol kanlı diyeyim) sahneleriyle zombi filmi severlere tavsiye edebileceğim, bir başyapıt veya kilometre taşı olmayan ama izlendiğinde zevk alınması yüksek ihtimalli bir film. Uluslararası piyasada da beğeni toplayan To Kako'yu özellikle Braindead türevi splatter-komedi tarzından hoşlanıyorsanız gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz. Filmin 2009 yılında çıkan devamı Evil - In the Time of Heroes'u ise bulur bulmaz izlemeyi düşünüyorum, zira ilk filmden daha başarılı olduğu yönündeki söylentiler çokça var. To Kako filminden bir sahne ile yazımı noktalıyorum: 

"Voila!"




Devamı... >>

23 Ocak 2011

2011 Yılı Saatli Zombi Takvimi

Bu sene zombi filmi açısından oldukça bereketli geçecek gibi görünüyor. Hemen bir yazı hazırlayıp karşımıza çıkacak olanları tanıtma açısından bir giriş yapayım dedim. Filmler arasında büyük sabırsızlıkla beklediklerim fazlaca var. Uzatmadan hemen yazıya geçiyorum.



[Rec] - Genesis : İlkine hasta olduğum, ikincisini ise beğendiğim bir seri olan [Rec] iki filmle birden geliyor.  Bildiğimiz üzere ilk iki filmi Paco Plaza ve Jaime Balagueró beraber yazıp yönetmişlerdi. İkili daha önce de televizyon için çekilmiş olan ve her bölümünü farklı bir yönetmenin yönettiği Películas Para no Dormir yani Six Films to Die For serisinden benim en çok hoşuma giden iki film olan To Let ve The Christmas Tale'e ayrı ayrı imzalarını atmışlardı. 2011 yılında vizyona girecek olan [Rec] - Genesis ile yönetmenlerin yolları [Rec] serisi için ayrılmış. Serinin öncesini anlatan filmi Paco Plaza tek başına yönetiyor. 2012'de seyirciyle buluşacak olan ve serinin finalini yapacak olan [Rec] - Apocalypse'in yönetmeni ise Jaime Balagueró. Hollywood'un bu seriye daha fazla bulaşmaması dileğiyle beklenti içerisindeyim.

Zombieland 2 : 2009 yılının en eğlenceli filmlerinden biri olan Zombieland aynı oyuncu kadrosu ile geri dönüyor. Harrison Ford ve Anthony Hopkins'in de filmde ilk filmde Bill Murray'nin göründüğü şekilde ufak rollerde oynayacağı söyleniyor. Tadı damağımda kalan ilk filmden sonra güzel bir devam filmi gelmesini bekliyorum.





Pride and Prejudice and Zombies : Bir kitap uyarlaması olan kitabının uyarlaması olan filmin başrolünde Natalie Portman oynuyor. Aynı zamanda filmin yapımcısı da kendisi. Pride and Prejudice and Zombies, yazar Jane Austen'ın Aşk ve Gurur adlı kitabının sadece Seth Grahame-Smith tarafından zombiler eklenmiş hali olan bir kitaptı. Çıktığında da okuyucular tarafından ya çok sevildi ya da nefret edildi. Konusu kısaca şöyle: Meryton adındaki İngiliz köyünde bir zombi istilası boy gösterir ve kahramanımız Elizabeth Bennet zombilerle savaşmaya başlar. Suyunun suyu tadında değişik bir uyarlama olacağa benziyor. 

I Walked with a Zombie : Jason Goes to Hell filminin yönetmeni Adam Marcus tarafından 1943 yapımı klasiğin yeniden uyarlaması da merakla beklenenlerden. Film, New Orleans'lı bir iş adamının evindeki özel öğretmenin aileyle ilgili dehşet dolu sırlara tanık olmasını anlatıyor. Zihin kontrolü temalı ilk klasik zombi filmlerinden olan I Walked with a Zombie pek fazla umutlu olmasam da yine de umarım hakkı verilerek çevrilir. Şimdilik burnuma sadece para kazanma kokusu geliyor.




Cell : Büyük zevk alarak okuduğum Stephen King romanı Cep'in uyarlaması olan film de 2011'deki kabarık bekleme listemde. 2007 yılında Eli Roth tarafından çekilecekken -iyi ki- direkten dönen Cell sonradan John Harrison tarafından tıpkı The Stand veya 1997 tarihli The Shining gibi bir mini dizi halinde çekileceği söylentileri yayılmıştı. Şimdi bu da bitti, filmin beyazperde versiyonu çekileceği söylentileri dolaşıyor. Hala yapım aşamasında olan film hakkında çok az bilgi var. Kitapta çalan cep telefonunu cevaplayan kişiler, o anda hızlı hareket eden ve hayvani şekilde güçlü olan bir yeni nesil zombiye dönüşüyordu. Bakalım.

The Riot : Aslan adamımız, Vincent'ımız Ron Perlman'ın başrolü Michael Clarke Duncan ve Romero'nun Land of the Dead ile Diary of the Dead filmlerinde oynamış ve Resident Evil: Afterlife filminde serinin ünlü kötüsü Albert Wesker'ı canlandırmış olan Shawn Roberts'ın paylaştığı The Riot günümüzden üç sene sonra geçiyor. Yeniden "büyük buhran" dönemine giren Amerika'da çaresiz insanlar hayatta kalabilmek için yavaş yavaş çeteler oluşturmaktadır. Dört arkadaş şehirde çıkan isyanlarda kendilerini ve yuvalarını korumaya çalışır. Fakat bu isyanlar sadece başlangıçtır. Nicholas Gyeney'in yazıp yönettiği The Riot da bu yıl vizyona girecek olan filmlerden. Konusunda bir zombi kelimesine rastlayamadım fakat IMDB keywordleri arasında zombi var ve film bazı korku filmi sitelerinde zombi etiketiyle işaretlenmiş bile. 




Invasion of the Not Quite Dead : Ken Russell'ın oynadığı bu İngiliz korku-komedi filmi de sessiz sedasız çıkış tarihi yaklaşanlar arasında. 1978 yılında bir meteorun çarptığı ve herkesi öldürdüğü bir adada geçen film son dönemde çıkan Doghouse, Severance veya The Cottage gibi İngiltere yapımı korku-komedi filmleri göz önüne alındığında beklemeye değer gibi görünüyor. Bu arada filmin afişinde yazan "2008'de çıkacak" yazısı ise ayrı bir komedi.

Night of the Living Dead - Origins 3D : Evet, üç boyutlu. Ve bir yeniden çevrim. Ve daha da ilginci bu bir animasyon filmi olacak. Yani Romero'nun bilinen zombi türünün başlangıç noktası olarak kabul edilen filminin üç boyutlu animasyon şeklindeki yeniden çevrimi. Origins 3D ya iyi olur, ya kötü olur. Yorum da yapamıyorum, öyle muallakta kaldım. Filmi seslendirenlerin arasında şeker gibi bir adam olan Tony Todd, Danielle Harris ve Bill Moseley var. Danielle Harris Barbara karakterini canlandırırken Tony Todd ve Bill Moseley tekrar aynı filmin 1990 tarihli yeniden çevrimindeki karakterleri  Ben ile Johnny'yi seslendiriyorlar. Beklemeye değer mi değil mi göreceğiz.




Evil Dead 4 : Yıllardır rüyamda çıktığını gördüğüm ve sevinçten kafayı yemek üzere olduğum Evil Dead 4 en iyi ihtimalle yıl sonunda gösterime girecekmiş. Sam Raimi'nin Örümcek Adam serisini bir kenara bırakıp çektiği Drag Me to Hell ne kadar çoğu kişi tarafından sevilmese de bence yönetmenin köklerine döndüğünün ve hala kendisinde iş olduğunun bir kanıtıydı. Evil Dead 4'te yine Ash rolünde Bruce Campbell oynayacağı doğrulanmıştı. 2009 yılında kardeşi Ivan ile senaryosunu yazdığını söyleyen Sam Raimi de yine yönetmen koltuğunda. Ağzımın suları aka aka bekliyorum fakat tekrar etmekte fayda var, film en erken sene sonunda vizyona girecek. IMDB'de de 2013 yazıyor fakat kulis siteleri öyle demiyor. Gerçi 2023'e de razıyım ama neyse. Çıkana kadar en azından My Name is Bruce'un devam filmi olan, Bruce Campbell'ın yazıp yönettiği Bruce vs. Frankenstein ile kendimizi avuturuz. :(


Bunlara ek olarak 2004 tarihli Dawn of the Dead'in yine Zack Snyder tarafından çekilecek olan devam filmi de gündemde. Universal Stüdyoları tarafından hazırlanan filmin ne zaman çıkacağı hakkında bir bilgi yok. Yine devam filmi olarak daha önceden yazılarını yazdığım Zombie Honeymoon,  Zombies of Mass Destruction ve başarısız Fistful of Brain filmlerinin de ikincileri yolda. Şimdilik göze çarpanlar bunlardan ibaret. Yenileri eklendikçe haber etiketiyle yayınlayacağım. Ama yazının başında da belirttiğim gibi 2011 yılı bizim için bereketli bir yıl olacak. Au reservoir.
Devamı... >>

22 Ocak 2011

Tokyo Zombie (2005)


Sizi bilmiyorum ama sinemada manyaklık denince benim aklıma ilk gelen ülke Japonya oluyor. Uç noktalarda gezen filmler çekip aynı zamanda bunların kaliteli ürünler olmasını ise ayrı bir başarı olarak nitelendiriyorum. 2005 yapımı bir film olan Tokyo Zombie Yûsaku Hanakuma adlı bir çizerin mangasından uyarlanmış. Filmin ilk yarısına nazaran ikinci yarısının daha çok bir komedi filmine dönüşmesinden rahatsız olmaz ve DVD kapağında yazan "Japonların Shaun of the Dead'i" ibaresine kanmazsanız gayet zevk alabileceğiniz bir yapım. Aksi takdirde hayal kırıklığına uğramanız olası. Tokyo Zombie beğendiğim bir film.


Manyaklık demiştim ya, başroldeki oyuncuların ikisi de bahsettiğim manyak Japon filmlerinde oynayan türden oyuncular. En çok Ichi the Killer'daki Kakihara rolüyle bilinen ve Zatôichi, Rampo Jigoku, Survive Style 5+ gibi 70'in üzerinde filmde rol alan Tadanobu Asano filmin başrolünde. Diğer oyuncu ise benim daha çok hastası olduğum Shô Aikawa ki kendisini genellikle Dead or Alive serisi, Gozu, yakın tarihte ikincisi çıkan Zebraman ve daha birçok Takashi Miike filmi olmak üzere 100'e yakın filmde oynamış tuhaf (ve başarılı) bir aktör. Filmin yönetmeni Sakichi Satô'ya gelecek olursak, kendisi hem aktör, hem senarist, hem de oyuncu olarak takılan bir insan evladı. Kendisi daha önceden Gozu, Ichi the Killer filmleri ve animesinin senaryoları üzerinde çalışmış. Sinema için yönettiği ilk filmi ise Tokyo Zombie.


Fujio ve Mitsuo sadece ikisinin çalıştıkları yerde iş yapmayıp sürekli jiu-jitsu çalışmaktadırlar. Fujio, Mitsuo'nun hocasıdır fakat Mitsuo o kadar beyinsiz bir tiptir ki sürekli kendisinden çok az daha akıllı olan Fujio'yu çileden çıkarmaktadır. İkilinin çalıştığı yerin karşısındaki Kara Fuji dağı zamanla bir çöplük olmuştur. Hatta bazı insanlar ölüleri bile buraya gömmektedir. Kaçınılmaz olarak çöplerden oluşan kimyasal "bir şey" sayesinde gömülen ölüler dirilmeye başlar. Filmin ilk yarısı bir zombi istilası olarak giderken ikinci yarısında istilanın beş yıl sonrasında geçen ilginç bir zombi-dövüş filmine dönüşüyor. 


Netice itibariyle sinemadaki Japon garipliğinin zombi filmi olarak paketlenmiş hali olan Tokyo Zombie,  vakit geçirmek için izleyebileceğiniz bir komedi filmi. Her ne kadar havada uçuşan kafalar, zombiler ve dövüş olsa da yazıda bahsettiğim diğer absürd Japon filmleri kadar kanlı değil ama onlar kadar eğlenceli; eğer o filmleri seviyor ve ne izleyeceğinizi bilerek başına oturursanız memnun kalmanız muhtemel. 








Tokyo Zombie mangasından bir sayfa
(Resmin üzerine tıklarsanız güzelce görünür)
Devamı... >>

21 Ocak 2011

Night of the Comet (1984)


Daha iki gün önceki son yazımda yine "Night of the..." diye başlayan ve seksenli yıllarda çekilen başka bir filmin yazısını yazmam tamamen tesadüf. Ama düşününce ismi "Night of the bilmem ne" şeklinde olan bir sürü zombi filmi var. Hatta Night of the Living Dead'den önce 1959 yılında Ed Wood tarafından yapılan Night of the Ghouls ve 1965 yılında çekilmiş olan İtalyan filmi Night of the Doomed (daha çok Nightmare Castle adıyla bilinir) bu şekilde isme sahip ilk zombi filmleridir. Şunu da yazmadan geçmeyeyim, Night of the Comet'ın çıkmadan önceki ismi Teenage Mutant Horror Comet Zombies'miş. Hatta radyodaki hatun da bu ismi bir cümlesinde kullanıyordu. Sonradan filmin adı abes bir şekilde uzun gelmiş, bu da o sıralarda ortada Night of the Day of the Day of the Dawn of the Son of the Bride of the Return of the Revenge of the Terror of the Attack of the Evil, Mutant, Alien, Flesh Eating, Hellbound, Zombified Living Dead Part 2: In Shocking 2-D adında bir film olmadığı için olsa gerek. Bu yüzden filmin adı değiştirilerek Night of the Comet ismiyle piyasaya sürülmüş. Bu bilgileri bundan sonra adı sadece "Night of the ..." diye başlayan filmleri yazacağımı düşünmeyin diye yazıyorum. Veya o kadar yorgunum ki saçmalıyorum.


Her fırsatta seksenli yıllarda çekilen filmlere olan sevgimden bahsederim. Night of the Comet da yine tam bir seksenler filmi. Night of the Creeps'te de olduğu gibi lise/üniversite komedisi ile zombi istilasını birleştiren bu film zombileri biraz daha geri plana atarak gençlik filmi ögesini ön plana çıkarmış. Bununla benim bir sıkıntım yok. Filmdeki seksenler nostaljisi ise kimi izleyici için bir sempati, kimi izleyici içinse bir antipati kaynağı. Filmin yapım tasarımcısı John Muto, filmdeki karakterlerin giysi renklerinin çok dikkatli seçildiğini söylemiş. Kötü karakterler siyah veya gri gibi koyu renkleri giyerken Samantha'nın kıyafet renkleri daha cafcaflı ve Regina'nınkiler ise daha göze batmayan cinsten. Bunun sebebi ise Samantha'nın Regina'ya nazaran daha aklı bir karış havada bir karakter olmasıymış. John Muto böylelikle filmde bir çizgi roman havası sağladığını da söylemiş. Ben de gayet başarılı olduğunu söyleyebiliyorum.


Geçen bir kuyruklu yıldız sayesinde Dünya nüfusunun tamamına yakını ölür. Burada ölmekten kastım ya üstteki resimdeki kiremit tozuna dönüşmek ya da zombiye dönüşmek. Filmin ana karakteri Regina bir sinemada çalışmaktadır, kardeşi Samantha ise bir ponpon kızdır. "İnsan ırkının geleceğinin ellerinde olduğunu" anlayan kızlar harekete geçerler. Karşılarına filmin "jönü" olan Hector ve  "salgını durdurmak isteyen bilim adamları" çıkar. Bu bilim adamlarının amacı ise Samantha ve Regina'yı denek olarak kullanmaktır.

Film dünyanın sonu hissiyatını gayet iyi bir şekilde veriyor. Kızıl gökyüzü, boş sokaklar, yalnızlık, umutsuzluk filmde arka fonu oluştursa da başarılı şekilde uygulanmış olduğu gözden kaçmıyor. Night of the Comet için bir nevi Last Woman on Earth-Omega Man (I am Legend demek istemiyorum) ve Breakfast Club-Fast Times at Ridgemont High (ya da bu türde aklınıza ne gelirse) melezi denebilir.


Diyeceksiniz ki bu filmin kötü yanı yok mu? Var. Filmin müzikleri berbat. Seksenli yılların revaçtaki pop şarkılarına benzer bir şeyler yaratmaya çalışırken sıçan bir müzisyenin elinden çıkan müzikler, sinemada doğru müzik seçimi ve nasıl kullanılmayacağı hakkında ders olabilecek nitelikte. Filmin senaryosu da arada sırada çığrından çıkıp tuhaf yollara sapıyor. Filmin finali de bazıları için doyurucu olmayabilir. Ama bütün bunlar Night of the Comet'ı kötü bir film yapmıyor. Sonuç itibariyle Night of the Comet, seksenli yıllar fetişistlerine tavsiye edebileceğim bir "ya sev ya da nefret et" filmi.




Devamı... >>

19 Ocak 2011

Night of the Creeps (1986)


Video döneminde başlayan korku filmi sevgim en çok bu yıllarda çekilmiş filmlerle körüklendiği için seksenli yıllarda çekilmiş korku filmlerine ayrı bir sempatim var. Bunu zombi filmlerine olan sevgim ile birleştirdiğimde seksenli yıllarda çekilmiş korku filmleri hayranlığım olduğunu söyleyebilirim, bu da Night of the Creeps'e denk gelen bir tanım. Film hem bir zombi film, hem de bir gençlik komedisi. Birkaç sene önce çıkan Slither nasıl Night of the Creeps'e bir saygı duruşu niteliğindeyse, Night of the Creeps de kendinden önceki bir çok filme ve yönetmene bir saygı duruşu adeta.


Şöyle başlayayım, filmdeki karakterlerin soyadları Romero, Carpenter Hooper, Cronenberg, Raimi, Landis, Cameron ve Miner. Hatta filmin geçtiği okulun adı bile Corman University. Bunu da geçtim, yönetmen Fred Dekker bir sene sonra çekeceği filmi Monster Squad'a bile selam çakmış. Tamam, yapılmamış bir şey değil, daha sonra yazacağım The Dead Next Door'da da aynı şey vardı. Hatta Peter Jackson'ın Dead Alive filminde kullanılan çim biçme makinası ile zombi imha etme fikri bu filmi izledikten sonra ortaya çıkmış. Tabii ki bu katliam sahnesinde boynuz olan Dead Alive, kulak olan Night of the Creeps'i geçmiş. Ama Night of the Creeps atmosferi, karakterleri, konusu, efektleri... boş verin, her şeyi ile tam bir B filmi. Ne yazık ki üç buçuk ayda 5 milyon dolara çekilen film gişede bunun karşılığını alamamış. 


Film, 1959 yılında tenha bir bölgede arabada oturan iki sevgilinin gökten düşen ışıklı bir topu görmesiyle başlıyor. Sevgililerden birinin yiğidoluk görevini yerine getirmek üzere arabadan çıkıp düşen şeyin ne olduğuna bakmaya gitmesiyle hanım kızımız arabada yalnız kalır. Yalnız kalmasıyla akıl hastahanesinden kaçan baltalı bir manyağın kendisine musallat olması da bir olur. Kızımız ölür, yiğidomuz ise ağzına girecek olan uzaylı sülüklerle yüz göz olur.
27 sene sonra (bu 27 seneyi de başta Stephen King'in IT romanına yapılan bir gönderme sanarak araştırma yaptım fakat ne yazık ki IT bu filmden bir sene sonra yayımlanmış) Corman Üniversitesi'ne ilerleyen hikayemizde iki işsiz güçsüz karakterle karşılaşırız: J.C. ve Chris Romero. Chris, Cynthia Cronenberg adlı kızı görür görmez aşık olmuştur fakat Cynthia'nın bu tür filmlerde sık sık karşılaştığımız, okulun futbol takımında oynayan, kaslı ama beyinsiz türden bir sevgilisi vardır. J.C.'nin gazına gelen Chris bir erkek kardeşlik kulübüne katılmaya karar verir. Fakat kardeşlik kulübünün yeni üye almaları için bir şartları vardır: Morgdan bir ceset çalarak yurtta kalan kızları tırstırmak. Morga giden J.C. ve Chris orada dondurulmuş halde duran bir cesetle karşılaşırlar, bu ceset yıllar önce ağzına sülük kaçan yiğidodan başka biri değildir. Salaklıklarıyla cesedin serbest kalmasına sebep olan ikili bilmeden bir zombi istilasını da başlatmış olurlar.


Night of the Creeps, zorlama olmayan ve kendini sevdirerek izleten bir film. Özellikle video dönemi korku filmleri sevip de izlememiş olanlara ilaç gibi geleceğine eminim. Her ne kadar o yıllarda çekilen filmlerde olduğu gibi asıl aksiyonun son yarım saate sığdırılmış olsa da gayet başarılı ve eğlenceli bir film. Fear of Clowns 2 filminin sonunda da yazdığı gibi "Night of the Creeps RULES!"



Devamı... >>

17 Ocak 2011

Hell's Ground (2007)


Çok kişi tarafından izlendi mi, izlenmedi mi veya hala kült statüsüne erişti mi, erişmedi mi bilemiyorum ama Hell's Ground benim o kadar sevdiğim bir film ki ilk izleyişimden uzunca bir süre sonra yazmaya karar verdim. Orijinal adı olan Zibahkhana'nın Urduca "Mezbaha" anlamına geldiği film hakikatten isminin hakkını veriyor. Filmi yöneten Pakistanlı film eleştirmeni Omar Ali Khan filmin senaryosunu da Pete Tombs ile beraber yazmış. Zaten bu iki eleştirmen/araştırmacıdan çıkan filmin eğlendirici olmasını beklememek yanlış olurdu. Film, aynı zamanda filmin yapımcısı olan Mondo Macabro şirketi tarafından piyasaya sürülmüş. 


Klasik bir zombi filmini eklediği slasher tonlarıyla iyice eğlendirici hale getiren Hell's Ground, "Pakistan'ın en iyi grubu"nun konserine giden beş gencin başından geçenleri anlatıyor. Üç erkek ve iki hatundan oluşan gençler birliğimiz yolda muhtemelen içme suyundaki bir zehirli maddeden dolayı zombiye dönüşmüş insanlara rastlarlar. Anında topuklamadan önce gençlerden birisi bir zombi tarafından ısırılır. Film, bundan sonrasında Texas Chainsaw Massacre filmine çok benzeyen yanlara sahip bir hale geliyor: minibüsle yolculuk yapan gençler, gizemli otostopçu ve hayvani bir katil. Fakat bundaki katil Leatherface gibi insan derisinden yapılmış maskeler takıp elektrikli testere ile gezmiyor. Filmdeki katil yani Burqaman, beyaz bir çarşaf giymiş ve elinde bir topuzla gençlere musallat oluyor. Burqaman kulağa komik gelse de gayet başarılı ve psikopat bir katil imajı çiziyor.


Filmin yazarları birikime ve bağlantılara sahip insanlar olunca filmde bol bol gönderme ve konuk oyuncu olmasına şaşırmamak lazım. Filmde görülen çaycı, filmdeki karakterlerden OJ'in izlediği 1967 yapımı Zinda Laash yani Dracula in Pakistan filminde Drakula'yı canlandıran aktör Rehan. Film çekildikten kısa bir süre sonra hayatını kaybeden, psikopat ailenin lideri Bari Bua rolündeki Najma Malik ise Pakistan sinemasında ilk kez başrol oynamış aktris Asha Posley'nin kardeşi. Pakistan'da yaş sınırı olmadan vizyona giren film, şimdiye kadar en uzun süre vizyonda kalan film olarak bir rekora da imza atmış.


Bir sürü korku filmi festivalinde gösterilen Hell's Ground birkaç ödüle de sahip. Brezilya'da düzenlenen Riofan Film Festivali'nde En İyi Film ödülü, Texas Austin Fantastik Filmler Festivali'nde En İyi Gore ödülü ve yine Brezilyalı Fantaspoa festivali'nde En İyi Film ödülünü alan Hell's Ground duyunca "Pakistan mı?" diye burun kıvırmadan izlendiği takdirde maksimum zevk alabileceğiniz bir yapım.




Devamı... >>

15 Ocak 2011

Kısa Zombi Filmleri: Almanya - Bölüm 1



Almanlar da İtalyanlar gibi eğer filmde hâlihazırda bir kan gölü varsa aynı zamanda filmin bir konusu da olmasını gereksiz bulan bir millet. Fakat bu filmlerini izlememiz için engel mi? Değil. Ahlaki kurallar, doğrular, yanlışlar hepsi bir kenarda dursun; kan akıyor ya, gerisi yalan! Olaf Ittenbach, Andreas Schnaas ve Timo Rose gibi isimlerin ön plana çıktığı Alman gore cephesinde zombi filmleri ağırlıklı bir yer taşıyor. Almanların sinemaya el attığı dönemden beri ele aldığı zombi\yaşayan ölü köle temalı filmleri bir hayli çok. Bunların çoğu video için çekilmiş sıfır veya düşük ötesi bütçeli filmler olmasına rağmen arada nadide cevherler de çıkmıyor değil. Özellikle 
bütçesiz ve desteksiz çekilen kısa filmler genellikle sinemayı seven yetenekli insanlar tarafından yapılıyor. Aralarında kötüler olduğu kadar iyi filmler de olan kısa zombi filmlerini yine oldukları gibi "kısa" bir şekilde tanıtmaya Almanya ile başlıyorum. Alman topraklarında filme alınan kısaları da birden fazla yazı ile tanıtmaya çalışacağım. 

İzlemekten zevk alabileceğiniz filmlerin başında 2004 yapımı Carne Vale geliyor. Bir karnavalın Zombi istilasına uğramasını anlatan bu 20 dakikalık film oldukça eğlenceli. 2002 yapımı It’s a Good Day to Die ise 48 dakikalık metrajına rağmen Carne Vale’ın yarısı, hatta çeyreği kadar bile olamayan bir yapım.  



Yine 2006 yapımı Wasted West, vahşi batıda geçen, 8 dakikalık başarılı bir kısa film. Cinayete kurban gittikten sonra dirilip dehşet saçan bir rahibenin anlatıldığı, 2002 tarihli Projekt Theresa ise kayda değer örneklerden. 3 dakika süren, sahte bir reklam olan R.O.T.D. ise komik ve eğlenceli bir kısa film. 


2010 yılında "redux" versiyonu çıkan yarım saatlik metrajlı Kettensägen Zombies ise ciddi ve kanlı bir film. Bir fetiş objesi olarak elektrikli testerenin kullanıldığı filmde yine öldürüldükten sonra dirilen bir adamın bir zombi istilası başlatması anlatılıyor. Une Dadaesque Au Zombi ise 1997 yılında çekilmiş 7 dakikalık, zombi temalı bir “sanat” filmi. 2002 tarihli Die Scheiss Blutigen Zombies ise zombilerin bile kötü oyunculuk sergilediği 11 dakikalık bir film. Hakikatten zombi rolü yapmak ne kadar zor ki? 

 


4 dakika süren A Dead Evening, zombi filmi izleyen iki arkadaştan birinin, arkadaşının bir zombi olduğundan şüphelenmesini anlatan eğlencelik bir kısa. 2004 yapımı Short Cut, 13 dakika içinde hem bir zombiden, hem de bir katilden kaçan bir adamın hikayesini anlatıyor.  


Birinci bölümü burada noktalıyorum. Yazının devam bölümlerinde önce Almanya'nın kalanı olmak üzere Avrupa'da çekilen kısa zombi filmlerini yazacağım. Sonrasında da diğer kıtaları gezeceğiz. Şimdiden iyi seyirler diliyorum.
Devamı... >>

14 Ocak 2011

Tales of the Zombie - Çizgi Roman


Ülkemizde Gerekli Şeyler tarafından Zombi ismiyle albüm halinde yayınlanan Tales of the Zombie, hikayeleri genellikle Steve Gerber tarafından yazılıp Pablo Marcos tarafından çizilen bir çizgi roman. Gerber ve Marcos, zombiye dönüşen Simon William Garth karakterini 20 sene önce yani 1953 yılında Stan Lee ve Bill Everett tarafından Menace isimli korku-çizgi roman dergisine hazırlanan tek bölümlük Zombi öyküsünden almışlar. 

70'li yıllarda Marvel Comics'in baş editörü olan Roy Thomas, Stan Lee'nin Ant-Man ve birkaç karaktere daha yaptığını yapmak ister: Eski bir çizgi roman karakterini diriltmek. Menace adlı dergide yayınlanan Zombie hikayesini alır ve Steve Gerber ile beraber bir senaryo yazar. John Buscema ve Tom Palmer tarafından çizilen bu çizgi roman Tales of the Zombie ismiyle siyah-beyaz olarak basılır. İlk sayıdan sonra seri Steve Gerber ve Pablo Marcos'a emanet edilir. 



Tales of the Zombie hikayesi dokuzuncu sayıda sona ermesine rağmen ana karakter Simon Garth 1982 yılında Bizarre Adventures adlı çizgi roman dergisinde tekrar canlanır fakat buradaki macerası orijinal hikaye ile tutarsızlıklar gösterdiğinden pek ilgi çekmez. 1993 yılında Garth geri döner. Bu sefer Daredevil'ın bir macerasında konuktur. Daha sonra 1997'de Spider-Man,1998'de ise yine Spider-Man ve Blade çizgi romanlarında görünür. Aynı sene Strange Tales isimli dergide de tek sayılık bir macerası yayınlanır. On yıl sonra Legion of Monsters: Man-Thing'de ve Marvel Zombies 4'te karşımıza çıkar.


Çizgi romanın öyküsü, Garth Manor kahve şirketinin sahibi Simon Garth işkolik ve agresif bir adamdır. Bir sabah bahçıvanını işten kovar. Bahçıvanı Garth'ı sevgilisinin Voodoo ayinlerinde kurban edilmek üzere kaçırır. Garth ayinde kaçmayı başarır fakat bir zombiye dönüştürülmüştür. Üzerinde Voodoo'cuların inandığı Damballah'ın simgesi olan bir madalyon ile kontrol edilebilen Garth yavaş yavaş bilinçlenmeye de başlar. Ara sıra eski yaşantısını hatırlayan Garth, Haiti'ye kadar uzanan bir yolculuğa çıkar. Kızı da bir takım olaylardan şüphelendiği için bilmeden babasının peşinden Haiti'ye gider. 


Marvel Zombies 4'te ise Garth yine ana karakterlerden biridir. A.R.M.O.R. tarafından denek olarak kullanılan Garth, zombi salgını olunca A.R.M.O.R. üssünden kaçmayı başarır. Zombi Deadpool'un kafasını alır ve denizin dibinde saklanır. Karşısına insan-balık kırması kötü adam Piranha ve yancısı Man-fish'ler çıkacaktır.


Zombi, hazır ülkemizde de Türkçe olarak yayınlanmışken kaçırmamanız gereken bir çizgi roman. Özellikle türün meraklılarına hitap ediyor. Fakat bir zombi istilasından ziyade zihin kontrolü teması içerdiği için baştan uyarmakta fayda var. Bazı Conan maceralarını da çizen Pablo Marcos'un çok göz yormayan bir çizgisi var. Hikayeler de çok komplike değil. Kafa yormadan okuyabileceğiniz bu çizgi romanı Gerekli Şeyler'den temin edebilirsiniz.





Devamı... >>

13 Ocak 2011

Zombie Honeymoon (2004)


Romantik-zombi-komedi filmi olan Shaun of the Dead ile aynı sene çıkan romantik-zombi filmi Zombie Honeymoon'un ikincisi yoldayken ilkinin incelemesini yazayım da izlemeyen izlesin diye düşündüm. "Hastalıkta ve sağlıkta" mantığını sonuna kadar yaşatan filmde "ölüm bizi ayırıncaya kadar" teması pek yaşatılmıyor. David Gebroe'nun yazıp yönettiği filmde birkaç korku filminde oynamış olan Tracy Coogan ve ufak tefek film ve dizilerde rol almış olan Graham Sibley başrolleri paylaşıyor. 


Yeni evli olan Denise ve Danny, balayı için bir aylığına Denise'ın amcasının New Jersey sahilinde bulunan kulübesine giderler. Bir gün denizden bir adam çıkagelir ve Danny'ye saldırarak ağzına siyah bir sıvı kusar. Danny fenalaşır ve hastaneye kaldırılır. Hastanede ölü olduğu söylenen Danny 10 dakika sonra canlanır, bir gece hastanede tutulur ve ertesi gün serbest bırakılır. Zamanla Danny'de tuhaf bir şeyler olduğunu anlayan Denise kocasına büyük bir aşkla bağlı olduğu için bunları örtbas etmeye çalışır. Vejetaryen olan Danny ete, özellikle de insan etine muhtaçtır. Zamanla çürüyüp daha da vahşileşmeye başlar. Denise, kocasının cinayetlerini açığa çıkarmak yerine kendisini cinayetlerin izlerini yok ederken bulur.

David Gebroe, Denise ve Danny karakterlerini yaratırken kız kardeşi ve eniştesinden ilham aldığını söylüyor. Yönetmen ilk filmini bitirdikten sonra, 2002 yılında kardeşinin kocası bir sörf kazasında ölmüş. Kardeşinin bir sanatçı olması ve Portekiz'e taşınması da filme yansıtılmış. Hollywood Gothique sitesiyle yaptığı bir röportajda Gebroe, "kaderin zalim eli"ni temsil etmek için zombiyi seçmesinin nedeninin kardeşi ve eniştesinin psychobilly müziği ve Fulci'nin Zombie filminin hayranı olmalarına bağlıyor. Zaten filmdeki video dükkanındaki tezgahtar da Zombie filminin tişörtünü giyiyor. Aynı zamanda yine video dükkanında geçen sahnede, bir müşterinin "kötü" diye nitelendirdiği ve fazladan para ödemek istemediği film de yönetmenin ilk filmi The Homeboy



Film basında ve eleştirilerde gayet yüksek puanlar almış. Variety dergisi filme "güçlü ve güzel bir film" derken, Salon.com sitesi "rahatsız edici, kanlı bir film ve aynı zamanda David Cronenberg'ün Sinek filminden beri karşılaşılmayan trajik bir aşk hikayesi" demiş. 

İkincisini yine David Gebroe'nun yönettiği filmin başrolünde de yine Tracy Coogan oynuyor. Ve hoş bir sürpriz: ikinci filmin yapımcısı, ilk filmin büyük bir hayranı olan ünlü korku filmi yönetmeni John Landis. Bir hafta gibi kısa bir sürede geçen ilk filmden sonra devam filminin 15 sene gibi bir zamana yayılacağını söyleyen David Gebroe "Denise öncekinden daha güçlü... ve daha da deli!" diyor. Bu yıl ülkemizde de gösterime girecek olan Zombie Honeymoon 2 şimdiden bekleme listemde.

Sonuç olarak; Zombie Honeymoon sevdiğiniz kişi ile izleyebileceğiniz güzel bir zombi filmi.



Devamı... >>

12 Ocak 2011

Juan of the Dead


Küba, İspanya ve Meksika ortak yapımı olan  Juan of the Dead (Juan de Los Muertos)'in çekimlerine 1,3 milyon euroluk bir bütçeyle 2010 yılı Eylül ayında başlandı. Yapımcılar Gervasio Iglesias ve Inti Herrera filmi Cannes sularında pazarlamaya çalışırken ortaya çıkacak olan sonuç gerçekten insanı merak ettiriyor. Yurdumuzda bile yakın tarihte çıkan ve yine bir adada geçen bir zombi filmi olduğunu düşününce Kübalılar ne yapacak insan ister istemez merak ediyor. Hele ki Pakistan gibi bir ülkeden bile çıkan ve gayet hastası olduğum Hell's Ground aklıma geldikçe Hollywood-dışı yabancı zombi filmlerini daha fazla dört gözle bekler oldum.

Alejandro Brugues tarafından yönetilen Juan of the Dead'le ilgili sızdırılan tek bilgi afişi ve konusu. Afişini zaten yukarıda görüyorsunuz. Filmin konusu da şöyle: Alexis Diaz de Villegas'ın canlandırdığı Juan, 40 yaşında işsiz güçsüz bir adamdır. Bir gün Havana'yı zombiler basar Juan bununla başa çıkmanın tek çaresinin bir kahraman olmak olduğuna karar verir. İnsanlara -belli bir ücret karşılığında- yardım etmeyi görevi haline getirir. İnsanlar yavaş yavaş adadan kaçmaya başlarken Juan oluşan kan gölü içerisinde ülkesini ve adasını korumaya çalışır.

Filmin bütçesi düşük gibi görünse de Küba standartları için oldukça yüksek bir bütçe sayılıyor. Elimizdeki bilgilere bakınca filmin Shaun of the Dead gibi bir zombi-komedi filmi olacağını söylemek hiç de güç değil. Juan of the Dead'in piyasaya çıkış tarihi ise belirsiz.

Devamı... >>

The Sky Has Fallen (2009)


Para kazanmak için çekilen filmlerin kendini belli ettiği gibi film izlemeyi seven kişiler tarafından yapılan filmler de her zaman kendisini belli eder. The Sky Has Fallen da film izlemeyi seven kişiler tarafından yapılmış. Filmi izlerken bir çok filmden, özellikle Ryuhei Kitamura'nın Versus'undan esinlenmeler görebilirsiniz.  Yazarı ve yönetmeni Doug Roos tarafından "post-apokaliptik bir aşk hikayesi" olarak tanımlanan film, iyi bir film yapmak için milyonlarca dolarlık bir bütçeye ihtiyaç olmadığını kanıtlıyor. Missouri eyaletinin ormanlarında 25 günde çekilen film, 2009 Indie Gathering Uluslararası Film Festivali'nde ve 2009 Freak Show Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Film ödülünü alırken 2009 British Film Festival'de En İyi Film Müziği dalında aday gösterilmiş.


Nihayet kıyamet kopmuş ve insanların tamamına yakını ölüp zombilere dönüşmüştür. Sağ kalan insanlar ise hayatta kalmak için medeniyete uzak yerlere kaçmışlardır. Lance ve Rachel sığındıkları ormanda karşılaşıp mücadelelerine beraber devam etmeye çalışırlar. Lance usta bir şekilde samuray kılıcı kullanabilmektedir ve amacı öldürebildiği kadar zombi öldürmektir. İşin içine zombi olmayan ama zombilerle bir ilişkisi olduğu aşikar olan kukuletalı tipler de vardır, aynı zamanda Lance ve Rachel arasında bir aşk da filizlenmek üzeredir.


The Sky Has Fallen, tecrübesiz kişilerin yaptığı bağımsız ve mikro bütçeli filmlerden beklenmeyecek kadar başarılı bir film. Senaryo ve oyunculukların iyi olduğu kadar yönetmenin de ne yaptığını bildiği belli oluyor. Bunların yanı sıra makyajlarda ve hareketli katliam sahnelerinde de göze batan pek fazla bir şey olmayınca ortaya zevk alarak izlenip insanlara tavsiye edilebilecek bir seyirlik çıkıyor. Durmadan "kesin şimdi film sıçacak" diye düşünmeme rağmen filmde pek fazla bir kusur bulamadım. Filmi "malum" yöntemlerle elde edemezseniz resmi sitesinden 10 dolar gibi bir fiyata satın alabilirsiniz.







Devamı... >>

11 Ocak 2011

I Eat Your Skin (1964)


Asıl ismi Zombie Bloodbath olan I Eat Your Skin tam bir Z sınıfı, arabalı sinema filmi. Film 1964 yılında önce Zombies ismiyle filme alınmış fakat dağıtımcı bulamayınca 7 sene boyunca stüdyo raflarında tozlanmış. Tam unutulacağı sırada yapımcı Jerry Gross'un I Drink Your Blood adlı tuhaf klasikle beraber "iki film birden" kuşağında oynatılacak bir film arayışı sonucunda tekrar gündeme getirilmiş. Filmin adı diğeriyle uyumlu olsun diye I Eat Your Skin olarak yeniden düzenlenmiş. Zaten filmin Something Weird Video tarafından yayınlanan DVD'si de bu iki filmden oluşan bir "double-bill" halinde satışa sunulmuş. Filmin isminin böylesine iddialı ve filmle alakasız olmasının sebebi bu. Zaten filmde yine 68 yılı öncesi "zihin kontrolü"ne maruz kalmış köleleri görüyoruz.


Del Tenney'nin yazdığı, yapımcılığını yaptığı ve yönettiği filmde yine basmakalıp karakterlerle karşılaşıyoruz. Filmin çoğunda bağrı açık gezen, maço bir ana karakter, tuhaf maskeli bir kötü adam -ki amacı yine dünyayı ele geçirmek- ve zayıf, korunmaya muhtaç, sarışın bir kadın. Doktor Biladeau adındaki bir bilim adamı, Karayip'lerdeki bulunan Voodoo Adası'nda egzotik malzemelerle "dünyanın en ölümcül hastalığı"na bir çare aramaktadır. Yılan zehirinden oluşturduğu serum ile yerliler üzerinde yaptığı deneylerde korkunç bir sonuç elde eder: Yılan zehiri adada yaşayan yerlileri koca gözlü zombilere dönüştürmektedir. Bu olay kötü adamların ilgisini çeker. Maskeli kötü adam liderindeki kötüler ekibi, yerlileri zombiye çevirip kendisine bir ordu kurarak dünyayı ele geçirmek istemektedir. Adaya yeni romanını yazmak üzere gelen macera romanı yazarı Tom Harris'in yolu doktorun kızı olan Jeannie ile kesişir ve birbirlerine aşık olurlar. Daha sonra bir takım aksiyonlar neticesinde Tom, olayları araştırmaya başlar.


I Eat Your Skin, zombi filmlerinin eşiği olan Night of the Living Dead'den birkaç sene önce çekilmesine rağmen birkaç sene sonra gösterime girdiği için klasik zombi filmlerine bir bakış gibi nitelendirilebilir. Romero'nun filmiyle metamorfoza uğrayan zombi alt türü artık yeni haliyle ürün vermeye başlamışken ortaya çıkan bu film hem inandırıcılıktan uzak, hem de başarısız bir film olduğundan dolayı izlendi ve unutulup gitti. Filmin sonundaki maket olduğu gayet net bir şekilde anlaşılan ada filmin genelinde kullanılan "idare eder" denilebilecek makyaj ve efektlerin üzerine tüy dikiyor. Yine de "kötü film"lerin sevenleri tarafından bir cevher olduğuna inandığım I Eat Your Skin bütün klişeleri ve dandikliğine rağmen (hatta bu şekilde olduğu için) izlemeye değer, eğlenceli bir film.




Devamı... >>